BİR KORE HÂTIRASI

Kore'ye gitmek için son hazırlıklarımızı yaptığımız günlerde karargâha sakalı göbeğine kadar uzun, geniş omuzlu, beline doladığı enli meşin kuşağının içinde dimdik duran bir ihtiyâr geldi.

Bir bacağını Çanakkale'de kaybettiğini söyleyen bu ihtiyârın en küçük oğlu ilk kâfileyle Kore'ye gidiyormuş. Yaşlı olduğu için çok sevdiği küçük oğlunu dünyâ gözüyle bir daha görmek istemiş. Çam sakızı çoban armağanı kabîlinden koltuğunun altında irice bir karpuz getirmiş. Bu, onun ganî gönlünden, içten bir inanışla getirdiği hediyesi idi. Zaten gün görmüş hâliyle gönüllerimizi çoktan kendisine bağlamıştı.

İhtiyâr gâzînin bu hareketinden çok mütehassis olan general kendisini yemeğe alıkoydu, sofrada yanına oturttu. Yemekten sonra yanına gelen oğlunu ihtiyar gâzî bir kenara çekti, sırtını eliyle sıvazlayarak nasihatlerini tamamladı ve cüzdanından çıkardığı meşin mahfazalı muskasını öpüp alnına götürerek ona teslim etti.
Vedâlaşmaları kısa ve askerce oldu. Ayrıldıkları zaman sakat bacağını bastonunun yardımıyla sürüyen ihtiyârın gözlerinden sakalına süzülen yaşları oğlu görmedi.

O bizlerden dâhi sakladığı gözyaşlarını elinin tersiyle silerken "Allâh yolunuzu ve bahtınızı açık etsin" diye duâ ediyor ve kendisini şehre götürecek cipe doğru yürüyordu.

Aradan bir buçuk seneden fazla zaman geçmişti. Bir gün Emekli Sandığı'nın önünde ihtiyâr gâzîyi gördüm, o beni tanıdı ve yolumu kesti. Sakalı biraz daha ağarmış, beli de biraz bükülmüştü. Gözlerinde;

- O nerede? der gibi bir ifâde vardı. Benim tereddüdümü görünce yine eski, mert sesiyle;

- Orada kalmış, haber ilettiler, maaşını almaya geldim, millet sağ olsun! dedi ve sakat bacağını sürüye sürüye uzaklaştı. (Kore Hatıraları, Tahsin Yazıcı) (İLA 123)